Ekonomi politikçiler: Marksist’e
dayanırlar ama ideoloji temelinde ayrılılar.
CHOMSKY
Daha çok propagandacı tanımlanır. Alt
yapının belirleyici olduğunu savunarak, alt yapı üst yapıyı belirler der. Üst
yapının ise, kendi ideolojisini insanlara yaydığını ifade eder.
MURDOCK ve GOLDİNG
Ekonomik yaklaşımlarla beraber kültürel
yaklaşımlarında önemli olduğunu bunların birlikte ele alınmasıyla bir çözüme
gidileceğini söylüyorlar. Bunlar İngiltere gibi ekonomilerde kitle iletişimin
denetimi 2 düzeyde olur diyorlar.
1)
Kaynak
denetimi
2)
İşlem
denetimi
1)
Kaynak Denetimi: Bu şirketin etkinlik alanını tanımlama gücünü ve
üretim kaynaklarını harekete geçirmede genel yolu saptamayı içerir. Bu süreç 4
ana etkinliği kapsar;
a) Genel politika ve stratejinin
formülleştirilmesi
b) Genişleme ve nerede genişlemenin gerçekleştirileceğinin
belirlenmesi, yatırım parçalarını ne zaman ve nasıl satma veya işçilerin
işlerine son verme kararları.
c) Temel finans politikasının
geliştirilmesi
d) Karların dağıtımı üzerinde denetim
2)
İşlem Denetimi: daha alt düzeydeki işlerdir. Sağlanan kaynakların etkili
kullanılması hakkındaki kararların ve belirlenmiş politikaların uygulanmasıyla
sınırlıdır. Bu noktada denetimciler üretim üzerinde (haber yapmada) önemli
ölçüde bağımsızlığa sahip olabilirler. Fakat seçim alanları örgütün amaçları ve
verilen kaynaklar düzeyinde sınırlıdır.
Denetimde olduğu gibi sahipliği de 2
düzeye ayırır.
1)
Yasal
Sahiplik
2)
Ekonomik
Sahiplik
Şirkette payı olan herkes eşit değildir.
En çok paya sahip olan ve iyi biçimde örgütlenmiş pay sahipleri ekonomide
sahipliği elde tutarlar ve politikayı oluşturan yöneticiler konusunda karar
verirler. Yasal sahiplik binlerce yatırım yapan kişi ve firmalardan oluşurken
ekonomik sahiplik bir avuç kişinin elindedir.
MURDOCK
Şirket denetimiyle ilgili yaklaşımları 4
grupta toplar.
1)
Çözümleme
odağı etkinlik olan yaklaşım;
a)Marksist araçsalcı yaklaşım; şirkete
sahipsen söz söyleme hakkına da sahipsin.
b)Çoğulcu yaklaşım; sahiplik önemli değil,
çünkü artık çok fazla denetim yoktur.
2) Yapısalcı yaklaşım;
Güç yerine saptama üzerinde
durur. Seçeneklerdeki sınırlar ve karar verme üzerindeki engellerle ilgilenir.
Chowsky’nin egemen düzenin ürünü belirlemesine olan yaklaşımı buna örnektir.
3)
Neo-Marksist
Siyasal Ekonomi:
Şirket politika ve isimlerin,
kitle iletişim araçları ve endüstri sınırlandırılmasına ayrıca , kapitalist
ekonominin genel dinamikleri tarafından da sınırlandırılmalarına dikkat çeker.
4)
Reklamcı
Leissez-Faire Modelleri;
Tüketicinin bağımsızlığının
merkezliği üzerinde durular. Tüketicinin isteği doğrultusunda firmaların
ürünlerinin belirlendiğini ifade ederler.
Murdock’a göre; şirketlerde
denetim nicel değil, toplumsal bir ilişkidir. (nitel) şirketlerde etkili
ekonomik sahiplik sadece en çok payı olan grubun büyüklüğüne değil, öteki oy
veren paydaşların birlikte davranma gücüne de bağlıdır.
MURDOCK VE GOLDİNG
Eleştirel ekonomi-politik
yaklaşımda medya çözümlemelerinin kültürel ekonomi politik yaklaşımların bir
arada ele alınmasıyla doğru sonuçlara varacağını savunurlar. Fakat kendilerine
düşen kısmın ekonomi politik olduğunu belirtirler.
Küreselleşmeyle beraber meydana gelen ulus
ve ulus aşırı birleşimlerin medya sektöründe de önemli değişimlere yol açtığını
savunurlar. Bu birleşmeler sonucu medyayla hiç ilgisi olmayan bir sektör medya
kanalına sahip olmakta ve kendi ekonomik çıkarlarını doğrultusunda siyasal ve
toplumsal değişimlere etki edebilmektedir. Bu birleşimler 3 şekilde olur.
1)
Yatay
birleşmeler: aynı sektörlerin bir araya gelmeleriyle söz konusu olur.
2)
Dikey
birleşmeler: ast ve üst veya alt ve üst düzeydeki şirketlerin birleşmesiyle
oluşur. Üretimden dağıtıma ve dağıtımdan yayına kadar birleşme. Yani bir kişi
hem kağıda hem de gazeteye sahip.
3)
Çapraz
birleşmeler: farklı sektörlerdeki iş alanlarının birleşmesiyle oluşur. Bu hem
iktidara hem de toplumsal alanda söz söyleme ve toplumu yönlendirme gücünü
arttırıyor. Mesela dünyada 4 tane önemli şirket var. General motor gibi bu
şirketlerin egemenlikleri gün geçtikçe arıyor. Örneğin; ABD’de bir şirketin
yayın satın alma hakkı %35’ti ve bu oran %45’e çıkarıldı. İngiltere’de de
%25’ten %35’e çıkarıldı.
Bu durumda bize özgür ve kamusal
yayıncılık anlayışını sorgulattırıyor. Bu noktada basın özgürlüğünden öz
edilmez oluyor. Peki bunlar o zaman basında haber verirken neye göre verecek?
Tabiki şirketin çıkarına uygun verecek.
Mesela şuan budaki basın araçları kendi
haberlerini yaparken hala Wateh Dog görevini üstlendiklerini söylüyorlar. Ama
bunların alt yapıları böyle değil!
HABERMAS
Kurumsal alan dediğimizde akla Habermas
gelir. Kurumsal alan ilk olarak kral döneminde ortaya çıkıyor. O dönemde kamu
denildiğinde saray akla geliyor ve saraya ait alanlarda kamusal alan olarak
görüyoruz.
İngiltere’de sanayi gelişmeye başladığı
dönemde taç ile aristokrasi arasında çıkar çatışması oluyor. Aristokraside
cafelerde diledikleri konuyu tartışmaya başladı ve daha sonra bu konuştukları
şeyler gazete ve dergiye dönüştü. Habermas’da bu dönemde oluşan gazeteyi
kamusal yayıncılık olarak kabul eder. Bu gazetede kamusal alanda yaşayan
herkesin çıkarlarını temsil ettiğini, herkesin düşüncelerini açıkladığını ve
özgürlüğün olduğunu söyler.
Fakat bu noktada ona bir eleştiri
Fransa’dan gelir. Ve derki; evet herkes bişey söyleyip bunu kurumsal alana
dönüştürebiliyorlar. Ama bunu çıkartan Aristokrasilerdir. Burada işçilerden
halktan söz etmiyoruz. Dolayısıyla bir kamusal alandan söz edemeyiz.
Habermas kamusal yayıncılık ve alana
ilişkin bir model geliştiriyor.” İletişimsel eylem” bu şu demek; her şeyden
önce insanların konuşacakları alanda yuvarlak masa olmalı, herkes düşüncelerini
ortaya koyup, birbirini yargılamadan, iktidar olmadan, iktidar gibi konuşmadan
bir consensusa varılmalıdır. Bunun içinde habermas tartışmaya kurallar koyar.
Emir kiplerinin, ünlemlerin, statünün o masa etrafında olmadan herkesinde o
masa etrafında toplanabilmesi gerekir.
NİCHOLAS
GARNHAM
Çözüm olarak önerdiği şey Habermas’ın
kamusal yayıncılığıdır. Yani medya tekelliğine karşı, her kişinin temsilcisi
olduğu bir yuvarlak masa ve haber yayınlarında herkesin düşüncelerini söyleyip,
fikirlerini sunacağı bir medyayı söyler ve ister.
Mesela İngiltere’de BBC’de sahiplik yok.
Kamusal alan kamusal alan olarak gösteriliyor. Ancak 1995’de durum değişmeye
başlıyor, ancak paraları ödedikleri anlamda yayında kalabiliyorlar.
Kamusal yayıncılıkla, kamu hizmeti
yayıncılığından bir fark var.
Kamusal yayıncılık; Habermas’ın
kamusal yayıncılığına yakın. ÖR/ İngiltere BBC, Almanya ZT.
Kamu hizmeti yayıncılığı; devlete ait ve
kamuya açık hizmet veren hizmet araçları ve şirketleri. Ör/ TRT, bunun sahibi
devlet, seçimlere göre başkanı değişiyor. Ancak kamusal alanla uzaktan yakından
alakası yoktur. Filmlere kadar sahip olan o dönemin siyasal iktidarı.
Garnham kültürel alanın sorgulanması
gerekir der ve temele aldığı 2 soru vardır.
1)Kapitalizmin
içerisinde bunca eşitsizliğe, çöküşe, haksızlığa rağmen kapitalizm nasıl hala
var?
2)Özellikle
bunalım dönemlerinde bu sistem nasıl değişmiyor?
Bunların cevaplarını tek başına
ekonomiyle açıklayamayız.
Medyanın
sınıf temelinde açıklanması gerektiğini söylüyor;
1)
Alım
Gücü
2)
Tüketim
Süreci
Alım
Gücü:
her medya alanı her yere ulaşamaz. Yani kişinin teknolojiye harcadığı para onun
alım çeşitliliğini belirliyor. Alım gücü zayıf olanların sınırlı teknoloji
aldığını ve böylelikle bunların yönlendirildiğini söylüyor.
Tüketim
Süresi: Ürünün ne derece, hangi sürelerde aktif gördüğünü söylüyor.
Ör/ Sermaye sahipleri ücretsiz yayın yapıyorlar. O zaman alma gücü düşük
olanlar sadece o yayınla o bakış açısıyla kalıyorlar.
Garnham, kültürel faktör ile ekonomik yapı
arasındaki ilişkinin kurulması gerektiğini ve bununda “kültürel metaryalizm”
ile olacağı üzerinde durur.
İletişim
sektöründe yapılan araştırmalarda 2 konuya dikkat çeker:
A)Kapitalist
toplum yapısı kendi etkinliklerini, özellikle maddi üretimi nasıl düzenliyor?
B)Bu da bu alanın
siyasal alanına ilişkin 2 soruyu içerir.
a)Var olan
bütün eşitsizliklere ve ahlaki çöküşe rağmen nasıl oluyor da tam bir anlaşma
xxx toplumsuz üretim ve yeniden üretim yürütülüyor.
b)Sınıf
çatışmasından doğabilecek toplumsal çöküşten nasıl kaçabiliyorlar?
Günümüzün tarihsel materyalist
yaklaşımları bunları açıklamaya yetersizdir.
Garnham’a
göre; tüketici davranışlarının bu 2 etkenle (alım gücü, tüketim süresi)
sınırlandığı bir pazarda izleyici rekabete çekilir ve bu rekabet 2 ölçekte
gerçekleşir.
1)Alış
gücü/Alım gücü
2)Tüketim
Gücü
Bu ikisi kitle iletişim
araçlarının sınıf yapısını doğrudan belirler. Ayrıca Pazar doğrudan ve sınıf
koşullarıyla yapısallaştığı için “ Enformasyon zengini” (paran varsa kablolu tv
alıyorsun) ve “enformasyon yoksulu” arasında bölünmüş iki katlı bir Pazar haline
gelir.
-Üst Düzeydeki Pazar: kaliteli steryo sistemleri, video
kaydedicileri, teletex, kablo servisi ve çeşitli kitap, dergi, TV programları,
filmler ve tiyatro ürünleri içerir.
-Aşağı Düzeydeki Pazar: kültürel emeğin harcandığı, düşük kaliteli,
gittikçe homojenleşen ve UA hale gelen sınırlı çeşitteki mallardır.
İşte bu iki katlı yapı kitle iletişim
araçları endüstrisindeki “ oliyapolist” (belirli zümre denetimi) denetimin
doğası ile ilişkilidir.
ROYMOND
WİLLİAMS
İngiltere’de yaşıyor ve iletişim
konularında çalışmalar yapıyor. Frankfurt okuluna bir eleştirisi var. Buda
sınıfsal durumu ortadan kaldırıp insanlara kitle diye hitap etmek doğru
değildir ve insanları tüketmek için metalanmış bireyler olarak görmek tarihsel
sürece aykırıdır der.
Eğer insanlar metalaşmışsa ve her türlü
düşünce bize benimsetilmişse değişim nasıl yaşanacak ve sınıf mücadelesi
dediğimiz şey nereye gidiyor.
Ayrıca popüler kültürün özelliğinin
mutlakçı, herkese uygun yaşam standartlarını ortaya koyduğunu ve insanların bu
şekilde kabul ettiğini söyler. Örnek: toplumsal hareketliliğin yüksek olduğu
1990’larda TV’de devrim hareketleri gösterilmeye başlanıyor.
Mesela; susurluk olayında da insanlar TV
ve dizi programlarıyla bir yöne doğru sürüklenmeye başlıyorlar ve bir dönem
sonra, bu kapanınca yeni gündem maddeleriyle mutlu olmamızı sağlayacak yeni
şeyler buluyoruz. Bunu bize empoze eden ise sistemin böyle olması gerektiği
mesela her gün bir arkadaşlığımız bittiğinde bunu sorgulamıyoruz. Yenisini
buluruz diye kestirip atıyoruz. Hiç nedenlerini düşünmüyoruz. Çünkü bize
sorulan sistem bunu gerektiriyor. Hiçbirşey için emek harcama; biri giderse
biri gelir.
Williams’da bunu eleştiriyor. Evet
insanlar bu sirecin bir yapısı olabilir, kendi koşullarıyla da bir araya
geliyorlar ama zaten bu bir sınıf mücadelesini oluşturuyor.
HABERMAS:
İletişimsel eylem modeli:
Eylem yönlendirici kurallar è toplumsal normlardır.
Tanımlama düzeyi è özneler arasında paylaşılan sıradan dil
Tanımlama türü è (davranışlar hakkında) karşılıklı beklentiler
Etkileşim kazanılma mekanizmaları
è rol içselleştirilmeleri
İletişimsel eylem işlevi èkurumların sürdürülmesi
Başarılı olup olmadığı ölçütü èniyetlenilen şeyin iletip iletilmediği
Habermas iletişimsel eylem modelinde
insanların bir araya gelip kendi düşüncelerini ortaya koyabilme imkânlarının
sağlanması ve böylelikle anlaşmaların olması gerektiğini söyler.
İletişimsel eylem; topluma genel anlamda kılavuzluk
eden normları korumaya yönelen; insanı anlama bireylerin karşılıklı olarak
birbirlerini tanımaları anlamına gelir. İletişimsel eylem için eylem
yönlendirici kurallar toplumsal normlardır. Tanımlama düzeyi è özneler arası bir şekilde paylaşılan sıradan
dildir.
İletişim toplumsal alanda anlaşmaya varma
adımlarıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda yaşam alanını ören eylemler
bütünüdür. Ona göre; Ahlaki yargıların haklılaştırılması müzakere yoluyla
oluşturulmuş bir süreçle mümkündür.
İletişimsel etkileşim; kabul edilen
olgular ve paylaşılan ilkeler temelinde oluşan bir oydaşmaya (anlaşılabilirlik,
dürüstlük, doğruluk) bağlı olarak işler.
İletişimsel eylem bir toplumsal bütünleşme
temeli olarak para ve iktidara alternatif sunar. İnsanlar arasındaki iletişimi
çarpıtan, insanların birbirlerinin anlam ve niyetlerini anlamlandırmalarının
önünde barikatlar oluşturan kontrol mekanizmaları yeni iktidar biçimleri
yaratarak insan emeğinin metalaştırılıp insani iletişimin imkânlarını
sınırlamıştır.
Modern kapitalizmde kitle iletişim
araçları yeni kamusal birliktelik biçimleri ya da iletişim biçimleri yaratma
potansiyeline sahiptir. Ancak kapitalist üretim tarzında kitle iletişim
araçlarının özel çıkarlarla eklemlenmeleri sonucunda bu kitle iletişim araçları
ortak konuşulabilirlik halini yaratmada etkisizleşmiştir. Habermas yeni bir
konuşabilirlik halinin ön koşulları üzerinde durur ve varsayımsal bir ideal
konuşma durumu tasarıma girişir.
İdeal konuşma durumu tahrip edilmiş
iletişime dayalıdır. Tahrip edilmemiş iletişim konuşmacıları tam geçerlik
iddialarını savunabilecekleri dil konumları derki bu dil kullanımında
söylenilen şey anlamlı, doğru, doğrulanmış ve samimidir.
İletişimsel eyleme ve ideal konuşma
durumuna bu denli önem atfedilmesinin 2 nedeni vardır.
İdeal
konuşma durumu; (ünlemler, emir kipleri vb. söylemler yer almaz)
keyfi olarak oluşturulmuş bir ideal değildir. Dilin doğasında asli olarak
bulunmaktadır.