8 Kasım 2013 Cuma

EKONOMİ POLİTİK (CHOMSKY)

Ekonomİ Polİtİk :  CHOMSKY
Ünlü bir dilbilimcidir. Chomsky’e göre kitle iletişim araçları olarak radyo, tv ve yazılı basın halk için gerçeği ve doğruyu sunduğuna inanları ‘’Medya Cahilleri’’ olarak adlandırmaktadır. Ona göre medyanın böyle bir amacı yoktur. Yani medya halkı bilgilendirme, halkı savunma gibi bir kaygı taşımamaktadır. Medya, belli büyük şirketlerin elinde, onlara bağımlı olduğu için ‘’kamu çıkarlarına değil, devletin ve diğer şirketlerin çıkarlarına hizmet eder.
Medyanın devlete yönelik hizmeti; halkın düşüncesinin denetim altında tutulması ve rızasının alınmasıdır. Medya toplumsal bir amaca hizmet eder. İnsanların, zihinlerini, hükümetlerine ve daha genel kapsamda toplumsal, ekonomik ve politik düzenin düzenlemelerine bağlılık gösterecek şekilde insanları eğitir. Yani halkın düşüncesinin kontrol edilmesi medyanın isleviyle yerine getirilmektedir.
Chomsky medyanın bu özelliklerini ‘’Propaganda Modeli’’ile açıklar. Buna göre; medyanın toplumsal amacı, topluma ve devlete egemen ayrıcalıklı grupların ekonomik, toplumsal, siyasal gündemlerini halka aşılamak ve bunları savunmaktır.
Bunun yanında Chomsky medyanın muhalefet eleştiri yaptığını da söyler. Fakat bunu da kendi kuralları içinde yapar. Yani yine devletin çıkarları söz konusu olur. Ona göre medya halkın kontrolüne açık olmayan bir şeydir. Bu ticari medyanın halkın iradesini yansıtan demokratik bir oluşum olmasını ister. Bu da ancak İmmediast bir yaklaşımla gerçekleşebilir. Yani kitle iletişim araçlarının demokratikleştirilmesi, halkın medya bağlamında bilinçlendirilmesi hedef almaktadır.Ona göre medyanın kamunun eline geçmesiyle artık devletin demokratik olmaya davranışları da kontrol altına alınmış olacaktı.(gizli eylemleri, propogandası) Propaganda modeli medyanın etkisinin ne derece büyük olduğunu değil, onun davranışına ve işleyişine ilişkin bir modeldir. medyadaki haberler sunulmadan önce belli süzgeçlerden geçer bu seçimi etkileyen faktörler;
1. medyanın büyüklüğü 2. reklamcıların mali desteği 3. onaylanmış haber kaynakları: medya organizasyonlarında belirli konular konuşuluken, hep belirli isimler çağırılır. o isimler de istenmeyen, aykırı bir şey söylemezler. bu yüzden onaylanmışlardır.
4. itİraz ve yaptırım uygulayan kurumlar: eğer medya organizasyonu istenmeyen bir içerik hazırlarsa, çeşitli kurumlar veya kişiler dava açabilir. yüklü maddi tazminatlar ya da hapis cezalarıyla karşı karşıya kalınabilir. 5. bir denetim mekanizması olarak anti-komünizm: insanları "komünistlik yapıyorsun" diyerek korkutma ve sistem dışında bırakma.Yani ona göre medya adeta halkı uyuşturur, onların gerçek sorunları üzerinde düşünmesini engellemektedir.haberler beli süzgeçlerden geçtiğinden belli çıkarlar doğrultusunda ortaya çıkmaktadır. Fakat bunlar halkın çıkarları değildir. Medya, elitleriyle birlikte sistemin yeniden üretimini sağladığı için stotükocu bir ideolojiye sahiptir. 

TÜRKİYEDE MEDYANIN TEKELLEŞMESİ

TÜRKİYEDEKİ MEDYA VE TEKELLEŞMESİ
v 1980’E kadar Devlet denetimi egemendir.
v (1970-1980) Basın holdingleşiyor. Teknolojinin artışı. Gazetecilikten para kazanılmaya başlanması
v (1980-1990) Askeri darbe ile toplumsal muhalefetin sesi kesiliyor. Böylece medyadaki tekelleşmenin kapıları açılıyor. Özal’la birlikte hükümet medya sahiplerine büyük avantaj sağlıyor.  Sermeyenin ideolojik egemenliği medya ile yapışıyor.  Basında “neo-liberal” politika itibar buluyor.  Medya ve siyaset ilişkisi yoğunlaştı.
Medya sahipleri ellerinde bulunan TV ve Gazeteyi silah olarak kullanıyor. Böylelikle mali olanak elde ediyorlar. Özellikle özelleştirme ve banka satın almalarda. Basın tekelleri promosyon vermeye başlıyor. Bu süreçte basın işletmesinin ürettiği ürün (haber ve bilgi) satılabilecek bir mala dönüşüyor ve talebe göre üretilmeye başlanmıştır.
v 1990 Sonrası;   medyada çapraz tekelleşme yaygın (doğan ve bilgin grubu). Bu holdingler medya, banka, otomobil, yayıncılık gibi sektörlere sahipler.  Böyle holdingler dağıtım şirketlerini alarak hem küçük gazete dergileri kendisine bağlıyor hem de reklam pazarını kontrol ediyor.
 2001’deki krizden sonra medyada saflaşma oluyor. Bir yanda Doğan cephesi (krizden etkilenmeyenler), diğer yanda da anti-Doğan cephesi (krizden etkilenen ve Mevcut İktidar yandaşları). Artık medya çıkarla için kullanılıyor. Tekelleşme sonucu Türkiye genelinde satışı yapılan gazete sayısı; 28 olup, 16’tısı 3 büyüğe ait. (Doğan, bilgin ve Çukurova). Orta ve küçük boyuttakilerin yayınları zor duruma düşüyor.  
1980 Sonrası Sermayenin Basın Alanında Etkinlik Göstermesinin Nedenleri;
*Dördüncü gücü paylaşıyor
*Siyasi çevrede etkinlik görme ve elindeki silahla korkutma
*Devlet ihalelerini ve devlet bankalarından kredi almayı kolaylaştırmak.
*Devlet teşviklerinden öncelik kapmak
*Medyayı kullanarak pazarlama faaliyetlerini artırmak.
*İtibar ve güven isteyen finansçılık da medyadan yararlanma.

BATI ÜLKELERİNDE MEDYANIN TEKELLŞMESİ
Basın sektöründe tekelleşme önce ABD’de olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde olmak üzere 1980’lere dayanmaktadır. Avrupa’da İngiltere, Fransa, Almanya ve italyada yaygındır.
Tekelleşmenin olmasında küreselleşmenin de etkisi vardır. Amerika’da 1997’de 10’a inen medya kuruluşu tüm toplumu her yönden etkilerken aynı zamanda eğitim kurumlarından, dini kuruluşlardan, hatta hükümetlerden dahi güçlü konuma gelmişlerdir. Tabi bu dev medya şirketleri aynı zamanda birçok sektörü de elinde tutmaktadır. Amerika’dan bu medya şirketine örnek; General Elektrik firmasını verebiliriz. Mesela İtalya’da medya tekeli Berlusconi’ye aittir. Berlusconi İtalya izleyicisinin %90’nı kontrol etmektedir.
Dev medya şirketleri genelde, hem üretim hem de dağıtım sürecini elinde tutmaktadır. Amerikalı profesörün kitabında yazdığına göre, dünya medya 12 Holdingin elinde toplanmaktadır. Böylelikle demokrasi ciddi bir tehlike ile karşı karşıyadır. Örneğin General elektrik. Ve Microsoft.
Medya sahipleri Avrupa’da önemli lobi faaliyetlerinin de yürütürken, 2000’lerde ABD ve Avrupa ülkelerinin bir kısmında çıkarılan yasalarla medya tekelleşmenin önündeki bir takım engellerde kaldırılmaya da başlanmıştır. Mesela ABD’de 2003’te yapılan son bir düzeltmeyle mevcut medya kuruluşu sahiplerinin yeni TV kanallarını kurma ve satın alma yolu açılmıştır. Bir medya grubu ülke çapında TV kanallarının %35’ine sahip olan hakkı varken bu %45’e çıkarılmıştır.

MEDYANIN İDEOLOJİK İŞLEVİ
                                                                                
Alman olan Marx ve Engels’e göre üretim araçlarına sahip olan, çağın düşüncelerinin üretim ve dağıtım araçlarına sahip olamaz. Diğer bir ifade ile toplumda egemen olan sınıf, kendi egemenliklerini ideolojik düzeyde de sürdürmek için medya araçlarını kullanıyor. Egemen sınıfın fikirleri, dönemin egemen fikirleri haline gelir.
Fransız filozof Althusser’de devletin ideolojik aygıtlarından olan Medyayla, medya sahiplerinin kendi düşüncelerini topluma bahsettiklerini söyler.
İtalyan düşünür Gramsci’nin hegemonya kavramında üst sınıfların çıkarlarını yansıtan bir ideolojinin toplumda egemen olması için alt sınıfın rızası gerekir. İşte bu noktada medyanın rolü ortaya çıkar. Ona göre kitle iletişim araçları birer ideolojik mücadele unsurlarıdır.
Medya grev ve benzeri olaylarda hâkim olan sınıfın çıkarı doğrultusunda yayın yapar. Kitleleri etkiler, grevin olumsuzlukları üzerinde durabilir. Yine medya, toplumun yaşadığı sorunlardan uzaklaşması için eğlence kültürünün yaygınlaşmasında etkili olur. Örneğin Tele vole. Böylece kültür yozlaşmasına da neden olur.
Medyada haber üretim süreci, toplumdaki egemen sınıfa hâkim ideolojisini yansıtır.  Ayrıca haber üretim sürecinde alt-üst ilişkisi vardır. Buda haber yapımında sistemin ideoloji, medya patronunun çıkarları ve yönetim kademesinin görüşünün baz alınmasına neden olur.
Gazetede hazırlanacak haberler, esas itibari ile o kurumun yayın politikası ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle uzman gazetecilerin özgürlük alanı sınırlandırılmıştır. Hatta uzman gazeteciler medya kuruluşunun politikasına ters düşdüklerin de kapının önüne koyulmaktadırlar.
Editoryal Bağımsızlık; Tamamen medyada herkesin bağımsız olmasını ifade eder. Muhabirin de yazı işlerine karşı bağımsız olması gerekir. Bu Güney Kore’de vardır

ÇOĞUNLUKÇU SİSTEMLER

ÇOĞUNLUKÇU SİSTEMLER

Çoğunluk Sistemleri; bir seçim çevresinden seçilecek milletvekili sayısına ve seçimlerin kaç aşamada tamamlanacağına göre bir tasnife tabi tutulmasıdır. Çoğunlukçu sistemler, temsil işlevleri açısından değerlendirildiğinde, en zayıf sistem olarak nitelendirilirler.

*Bir seçim çevresinden bir milletvekili seçiliyorsa ‘’Tek Adlı’’ yada ‘’Dar Bölge’’ çoğunluk sistemidir. Seçim tek aşamada tanımlanıyor ve ‘’basit’’ çoğunlukla kazanıyorsa ‘’Tek Turlu ‘’ çoğunluk sistemi söz konusudur.

*Eğer bir seçim bölgesinden 1’den çok milletvekili seçildiği durumda ise ‘’Çok Adlı’’ ya da ‘’ Geniş Bölgeli’’ çoğunluk sistemi söz konusudur. ’’Nitelikli’’ bir çoğunluk aranır ve birinci turda nitelikli çoğunluk sağlanamazsa seçimin sonucu ikinci turda belli olur. Buna da ‘’iki Turlu’’ çoğunluk sistemi denir.

1) Dar Bölge (Tek Adlı) Tek Turlu Çoğunluk Sistemi: (Tek Üyeli Çoğunluk Sistemi)

Bu sistemde akla ilk gelecek olan ülke İngiltere’dir. Her seçim çevresinden bir milletvekili çıkar. Seçim çevresinde en çok oyu alan aday kazanır. % 50+1 (3’te 2) gibi nitelikli çoğunluk aranmaktadır. Seçimler tek turda tamamlanmaktadır.

Kullanıldığı Yerler: Büyük Britanya (Avam Kamarası), Amerika, Kanada, Hindistan

Özellikleri Ve Avantajları
* Sistem son derece basittir. En çok oyu alan kazanır.
*Dar bölge esasına dayalı olduğundan seçen ile seçileni yakınlaştırır ve aday kalitesini yükseltir. Adayların şahsi özellikleri önem kazanır. Partiler adaylarını belirlerken daha seçici davranır.
*Sistem, yerel adayların seçilmesine ve onların seçim sonuçlarını etkilemesine uygun bir ortam yaratır. 
*Tek parti, genellikle mecliste çoğunluğa sahip olduğu için güçlü ve etkin bir hükümet oluşturur.
*Küçük radikal partilerin güvenilirlik ve meclise sandalye kazanmasını zorlaştırmak suretiyle aşırılığı önler.
*Bu sistem iki kanatlı bir demokrasiye yol açar ve iki partili sistemi özendirir. En kuvvetli iki parti dışında diğer partilerin seçim çevrelerinde kaybetme eğilimine girer.

Dezavantajları:
*Bu sistem pek çok oyu ziyan eder.
*Hükümetler genellikle çoğunluk yöntemi sistemini üreterek, bu sistem azınlığın desteğini aldığı için hükümetin meşruiyetini sarsar.
*Hükümette meydana gelen bir değişiklikte bu sistem istikrarsızlık yaratabilir.
*Temsilde adalet ilkesi ile çelişen bir sistemdir. Son derece adaletsiz sonuçlar doğurarak parlamentoda ‘’yapay’’ çoğunluklar oluşturabilir.
*Seçilenler, kendi güçlerine dayanarak seçimi kazandıkları inancına sahip oldukları için parti disiplini zayıflayabilir, parlamentoda kaygan çoğunluklar meydana gelir.

2)Dar Bölge (Tek Adlı) İki Turlu Çoğunluk Sistemi( İkinci Oylama Sistemi):

İlk turda kullanılan oyların mutlak çoğunluğunu elde eden aday seçilmiş olur. Fakat bu oran, o seçim bölgesindeki kayıtlı seçmen sayısının dörtte birinden az olmamak zorundadır. İlk oylamada hiçbir aday çoğunluğu elde edemezse, önde giden iki aday arasında beraberliği gidermek için ikinci oylama yapılır. Buna ‘’balotaj’’ denir.

Özellikleri ve Avantajları:

*Bu sistemde, seçmenlerin tercihleri çoğalmaktadır. Seçmenler ilk oylamada asıl istedikleri partiyi ve ikinci oylamada ise en az kötü olan aday için mantıklarını devreye sokarlar.
*En çok oyu alan kazanır sisteminde olduğu gibi bu sistemde de, güçlü ve istikrarlı bir hükümetin kurulabilmesi mümkündür.
*Bu sistem azaltıcı bir etki yaratmaz.

*Bu sistem seçim öncesi yada sonrasında da bir birine yakın fikirleri savunan partiler arasında işbirliğini teşvik eder.
*Sistem partiler arasındaki ittifakla kurulur.

Dezavantajları:

*Çoğunluk sisteminin bir türü olarak iki turlu sistemde adaletsiz sonuçlar üretebilir.
*İkinci turda sağ ve sol blok partiler arasında kutuplaşmalar ve gerginlikler yaşanabilir.
*İki turlu sistem hem seçim sürecini uzatmakta, hem de seçim maliyetini artırmaktadır.
*Üçüncü partiler için adaletsizdir.


NİSBİ TEMSİL SİSTEMİ

Nisbi Temsil, partilerin mecliste sahip oldukları sandalye sayıları ile seçimlerde elde ettikleri oy sayısının birbirine eşit olması gerektiği ilkesidir. Çoğunluk sisteminin eksikleri dikkate alınarak geliştirilmiştir.

1)Seçim Sayısı ve Artık Oy Uygulamasına Dayalı Nisbi Sistem:

a) En Yüksek Bakiye (Artık) Yöntemi: küçük partilere avantaj sağlar.

b)En Büyük Ortalama Düzeyi: seçim sayısı hesabıyla milletvekillerinin bir bölümü partiler arasında dağıtılır.

c)Milli Bakiye (Artık) Yöntemi: partilerin aldıkları oyların seçim sayısına bölündükten sonra elde ettikleri milletvekilleri sayılarının belirlenmesinden sonra, bölme işleminden kalan artık oylar ülke bazında toplanır.

2)Seçim Sayısına Dayanmayan ve Artı Oy Bırakmayan Nisbi Temsil Sistemleri:
Seçim sayısı hesabı gerektirmeyen ve artık oy bırakmadığı için nispeten daha basit bir yöntemdir.
a)    D’Hondt Yöntemi:
*artık oy bırakmaz ve en yüksek ortalama yöntemi gibi büyük partilere hafiflik sağlar.
*burada önemli olan bir büyüklük sıralaması dizmektir. Her partinin aldığı oy miktarı sırası ile; 1’e, 2’ye, 3’e …. Bölünür ve bu işlem o seçim çevresinin çıkaracağı milletvekili sayısına ulaşıncaya kadar devam eder. Elde edilen paylar parti farkı gözetilmeksizin büyükten küçüğe doğru sıralanır. Milletvekilleri bu payların sahibi partilere dağıtılır. Büyük partilere küçükte olsa avantaj sağlayan bu sistem çevre veya ülke barajlı olarak uygulanır.
*Her aşamadan sonra en yüksek “ortalama”ya sahip olan parti bir sandalye kazanır.
       
b) Sainte Lague Yöntemi:
  *Bu yöntem d’hondt sisteminde yapılan küçük partilere olan adaletsizliği ortadan kaldırmaktadır.
  * Bu sistemde partilerin aldıkları oylar yalnızca tek sayılara yani 1 e, 3e ve 5 e bölünür. Millet vekili dağılımı d’hondt sistemindeki gibidir.
  * Nisbi sistemde temsil adaletini sağlamaya yöneliktir. Azınlıkların temsilline imkân verdiği için onların meşru zeminler dışına çıkmasını engeller ve kişisel çıkar kaygıları arka plana itilir.


FEDERAL YAPI

 Daha özerk, kendi başına karar alma yetkisine sahip, eyalet, devlet ve bölgelerden oluşan devlet tipidir. Tanımlar:

1)Federalizm( Riker’e Göre): hükümet faaliyetlerinin; bölgesel hükümetler ve merkezi hükümet arasında farklı faaliyetlerde karar alma yetkisine sahip olabilecek şekilde bölündüğü siyasal örgütlenmelerdir. Bölgesel hükümet derken; kanton, eyalet vs..  Her iki hükümetinde yetki alanları çizilmesi gerekmektedir.

Üniter devlette, yerelin yetkileri sınırlıdır, federal devlette ise merkezin yetkileri sınırlıdır.  Bölgesel hükümetlere;
 Devlet adı veriliyorsa  ;ABD, Hindistan, Avustralya, Venezüella örneği verilir.
Eyalet adı veriliyorsa   : Kanada
Kanton adı veriliyorsa  : İsviçre
Bölge adı veriliyorsa    : Belçika
Lönder adı veriliyorsa  :Almanya ve Avusturya’dır

2)1990’larda Federalizm Tanımı: Esas olarak siyasal gücün çoklu merkezler arasında köktenci dağıtımıdır.
 *oynanabilir siyasal bir iktidar değil,
 *Genel eğilim anayasal olarak merkezi hükümetin sınırlandırılmasıdır.

3) İkincil Dönem: Federalist kuramcılar ise; seçim bölgelerinin temsil edilebileceği güçlü bir federal meclisi içeren iki meclisli yasama organıdır. Diğer taraftan; katı bir anayasa ve bir yüksek mahkeme(anayasal yargıya sahip özel bir anayasa mahkemesi) bunlar federalizmin temel taşlarıdır.



Federal-adem-i merkeziyetçi; siyasi iktidarı bölgelere göre paylaştırmaktır. Merkezi iktidarın işini hafifletmektedir. Yani her bölgede valiler vardır. Diğer bir ifade ile iktidarı devir eylemidir. Merkezi yönetimin ülkenin toplam vergi gelirindeki payı, federalizmin daha ince düzeyde ölçülebilesi için bir faktördür.  Belediyelerin vergi koyma yetkisi vardır. (örnek çöp vergisi)  bu vergi durumu, adem-i merkeziyetçilik açısından önemli bir ölçüttür.


Uygulandığı ülkeler; ABD, Avustralya, Kanada, Almanya, Rusya, Belçika

Federal –merkeziyetçi         : Venezüella, Hindistan, Avusturya
Yarı federal                    :  İsrail, Hollanda, Papua Yeni Gine, İspanya
Üniter-adem-i merkeziyetçi  : Danimarka, Finlandiya, Japonya, Norveç, İsveç
Üniter- merkezci              : Barbados, Kolombiya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, Türkiye, İngiltere, Lüksemburg, Malta, Yeni Zelanda, Portekiz, Fransa, İtalya   
   
PARLEMENTER SİSTEM- BAŞKANLIK SİSTEMİ

Parlamento, parlamenter sistemde kullanılan bir kavramdır. Buda yasama organıdır. Başkanlık sisteminde ise bunun adı kongredir. Parlamenter sistemler 20. yy’da sürekli güç kaybetmiştir. Parlamentodan çıkan hükümet güçlü hale gelmiştir. Yürütme yasamaya oranla güçlenmiştir. Bu eğilim 200’li yıllardan itibaren oldukça artmıştır. Parlamenter sistemde hükümetin dayanıklılığı ölçütüne bakılır. Hükümetler uzun süre iktidardaysa yasamada üstündürler, eğer kısa süre kaldılarsa zayıf kabul edilirler. Parlamenter sistemlerin daha dayanıksız hükümetler yarattığı varsayılır. Bu nedenle istikrarsız sistem olarak kabul edilir. Ama bu görüş yanlıştır. Yapılan araştırmalar sonunda varılan sonuçlara göre hükümet ile rejimdeki istikrar arasında bir bağlantı kurmak doğru değildir.

İki meclislilik: ikisi de yasma organı olarak kabul ediliyor. Bu yapının önemi; genellikle temel meclis (avam kamarası) gibi geniş katılımlı bir ve seçimle gelen bir sistemdir. 2. Meclis ise lorlar kamarası gibi daha muhafazakar bir yapıya sahiptir. Atamalarla kurulmaktadır. Etnik yapıyla da eşleştirilebilirler. Ana meclisi frenlemek için ortaya çıkmıştır bir sistemdir. Zaman için de bu önemini yitirmektedir. İkinci meclisler genellikle yapı olarak zayıftırlar.

Dünyada eşit yetkilere sahip iki meclisin bulunduğu ülkeler; Kolombiya, İtalya, İsviçre ve ABD’dir. Bunlarda birbirine denk 2 meclisli yapı söz konusudur. Birinci meclisler doğrudan seçmenler tarafından seçilir. İkinci meclis dolaylı yoldan gelir veya atanır. Bu yüzden meşruiyetleri zayıftır genellikle. Anayasal yetkileri eşit olmayan ama doğrudan seçilen meclise Avusturya ve Japonya örneği verilebilir. ( iki meclis de halk tarafından seçilir.)
Hollanda Parlamentosu: bölgesel yasama organları tarafından dolaylı olarak seçilir. Buna rağmen güçlü bir ikinci meclise sahiptir. Çünkü bu ikinci meclis, ilk meclis tarafından geçersiz kılınamayan tüm yasa teklifleri üzerinde mutlak bir veto yetkisine sahiptir. ( Hollanda’da ki ikinci meclis çok güçlüdür. Birinci meclis, ikinci meclisin veto yetkisini kaldıramıyor.)

Almanya Parlamentosu: burada ikinci meclis ne genel seçimlerden ne de mutlak vetodan gücünü alır. Emsali olmayan bir federal meclistir. Federasyon üyesi eyaletlerin yöneticilerinin oluşturduğu bir meclistir. Bu nedenle dünyada en güçlü 2. meclis olarak bilinmektedir.

Bazı ülkelerde ikinci meclisler genellikle bir takım azınlıkların temsili amacıyla tasarlanmıştır. Yada söz konusu ülkeler farklı seçim kriterlerine sahiptir. Örneğin; nüfusa bakılmaksızın eyalet veya kanton temsilinde eşitlik sağlanması gibi. ( eyalet 20000 veya 10000 kişi olsa bile, eşit kişi göndermeleri isteniyor.)

Kanada Senatosu: eyaletlerin eşit şekilde temsil edilmediği, buna karşın küçük birimlerin daha yüksek temsil edildiği örneklerdendir.

Avusturya’da Federal Konsey: Küçük birimlere özel temsilcilik vermez. Bunun yerine nüfusa orantılı bir temsiliyet sağlar. bu istisnai bir durumdur.

Belçika Senatosu: Fransızca ve almanca konuşan dilsel azınlıklara fazladan temsiliyet hakkı tanınmıştır.


Parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasındaki fark:

1.   fark: Parlamenter sistemde hükümet başkanı başbakandır. Parlamenter sistemde genel olarak başbakan ve hükümeti güven oyuyla kurulur. Ve güvensizlik oyuyla da görevlerinden uzaklaştırılır. Dolayısıyla yasama organına sorumludur. Başkanlık sisteminde ise, yürütme başkanı anayasanın belirlediği süre için seçilir ve normal yollardan yasama organının güvensizlik oyuyla düşürülemez. Başka yollarla düşürülür.

2.   fark: başkanlık sisteminde bakanlar ya doğrudan doğruya ya da seçilmiş delegeler yöntemiyle halk tarafından seçilirler. Parlamenter sistemde ise, başbakanlar yasama organının üyeleri tarafından seçilirler.

3.   fark: parlamenter sistemlerde yürütme organının kolektif bir niteliği bulunur. Yani hükümet kurulduğu zaman genellikle kabine düzenli aralıklarla toplanır ve bakanlar kurulu kararı ortak bir şekilde çıkar. Başkanlık sisteminde yürütme yetkisi tek kişide toplanır. İster hükümetin onayı olsun veya olmasın, başkan bir konuda yetkisini kullanırsa bu uygulanır.





Parlamenter Sistem( yasamanın güven oyuyla kurulan yürütme):

Avustralya, Avusturya(y.b), Belçika, Kanada, Danimarka, Finlandiya(y.b), Fransa(y.b), Almanya, Yunanistan, Türkiye, İzlanda(y.b), Hindistan, İrlanda(y.b), İtalya, Japonya, Portekiz(y.b), Hollanda, Yeni Zelanda, İsveç, İngiltere, Norveç, İsrail(1996’ya kadar).

Başkanlık Sistemi(seçmen tarafından seçilen yürütme):
Kolombiya, Fransa(y.b), İsrail(1996’dan sonra), ABD, Venezüella.

NOT: burada sorulan soru, belirleyici politikaları kim savunuyor? Eğer başkansa, başkanlık sistemine daha yakındır.

Yarı Başkanlık Sistemi


Hem halk tarafından seçilen bir başkan, hem de bir parlamentodan çıkan bir başkana sahip sistemlerdir. Yürütmede hem başkan hem de başbakanlık sistemi vardır. Avusturya, Finlandiya, İzlanda, İrlanda, Portekiz, Fransa ülkelerindeki yarı başkanlık sistemleri de faklılık gösterir. Daha fazla palamentozime yakın olanla, başkanlığa yakın olanlardır. Mesela 1997’de Shrak’ın başkanlığında sistem parlamentoizme yakındı. Çünkü başkan daha güçlüydü. Başkan halk tarafından, başbakan parlamento tarafından atanır.

FORDİZM

FORDIZM: Henry Ford tarafından 1900’lü yılların başında geliştirilmiş ve ilk kez Ford otomobil fabrikasında uygulanmasına geçilmiş bir üretim organizasyon biçimidir. Kapitalist emek sürecinde Emek sürecinde yönetimin işçilerin becerilerine olan bağımlılığını ortadan kaldırıp, işçileri vasıfsızlaştıran bir dizi adımın mekanize olmuş bir bileşimidir. Fordist iş organizasyonunda Taylorist ilkelere göre üretim sürecindeki küçük parçalara bölünen işler, yapılış sırasına göre bir hatta dizilmekte, işçilerin üretim sırasında işi gereği parça almak ya da alet/makina kullanmak için gidiş-gelişleri önlenmektedir. Bunun yerine, işin nesnesinin, üretim sürecinin gerektirdiği işlem sırasına göre dizilmiş makinalar ve iş istasyonları boyunca hareket etmesi sağlanmakta ve böylece Fordist montaj hattı (akar band) ortaya çıkmaktadır. Fordist kitle üretiminin temel öğeleri ayrıntılı iş bölümü, seri hareket ve sürekliliktir. Tüm bu öğeler 20. yüzyıl başı kapitalist üretimine yabancı olmamakla beraber, ABD’de bu yeni üretim organizasyon biçiminin ortaya çıkışı, kitle üretimiyle elde edilen yüksek ürün miktarının tüketilebileceği büyüklükte pazarların oluşmasına bağlı olmuştur. Üretim artışı ile birlikte ortaya çıkan yeterli sayıda vasıflı işçi bulamama sıkıntısı, emek tasarrufu sağlayan, özellikle de vasıflı emek gereksinimini ortadan kaldıran üretim tekniklerini son derece çekici kılmıştır.

ORTADOĞUDA RANTİYE DEVLET ÖRNEKLERİ ÜZERİNE SALVOLAR

Öncelikle bilmemiz gereken bu tip ülkelerde Petrolün bulunuşu ile Devlet Kurma süreçleri aynı döneme denk gelmesidir...
Rantiye Devlet nedir ? Rantiye Devlet , Milli gelirlerinin çok büyük bir kısmını(Petrol ve doğalgaz) diğer ülkelere satarak elde eden ülkedir...Bu tür ülkelerde Petrol rantı devletin oluşum sürecini belirler...Kurumsal gelişim zayıf,Vergilendirme kapasitesi oldukça sınırlı,Pek tabiiki Rant dağıtım sistemide oldukça gelişmiştir...Rantiye devletle toplum arasındaki sözleşme Petrolden gelen rantın dağıtım aşamasında oluşur.Devlet toplumsal meşruiyeti petrol rantının dağıtımı ile sağlar.Bu sayede toplumsal muhalefet oluşamaz oluşsa da Aşiret bağı üzerinden kendine yer açar..
 Bu tür devletlerde ki Petrol gelirlerinin 3 temel özelliği vardır

1:PETROLÜN ÜRETİM MALİYETİ İLE SATIŞ FİYATI ARASINDA UÇURUM SÖZ KONUSUDUR.PETROLÜN FİYATI STRATEJİK SİYASAL ETKİLERLE OLUŞUR.BU ÖZELLİKLERİNDEN DOLAYI PETROL SAHİBİ ÜLKELER BÜYÜK GELİRLER ELDE EDERLER.
2:PETROL GELİRLERİ ASLINDA ÜLKE DIŞINDAN ELDE EDİLEN GELİRLERDİR ÇÜNKÜ PETROLLERİNİ YABANCI DEVLETLERE KİRALARLAR ONLARDANDA PARAYLA ALIRLAR.BİR ÇOK PETROL ÜRETİCİSİ ÜLKEDE PETROL ÇIKARILDIKTAN HEMEN SONRA ÜLKE DIŞINA SEVK EDİLİR.DAHA SONRA BU GELİRLER DOĞRUDAN DEVLETİN KASASINA GİRER.
 3:PETROL GELİRLERİNİN DOĞRUDAN DEVLET KASASINA GİRMESİ İLE OTORİTER DEVLET YAPISI ORTAYA ÇIKARIR.SİYASİ SİSTEM DEMOKRATİKLEŞEMEZ.DIŞARIDAN GELEN PETROL GELİRLERİ KRALİYET AİLESİNE GİDER ONLARDA BU PARALARI TOPLUMU KENDİ KAFALARINA GÖRE BİLİNÇLENDİRMEK İÇİN KULLANIRLAR.

Yukarıda büyük şekilde yazdıklarım S.İ.B.U öğrencileri için Ortadoğu da Rantiye devlet sorunun da bilinmesi gereken en önemli husus ve noktalardır,
Rantiye Devlete devam edelim...
Dediğim gibi devlet sadece petrolü vatadaşlara dağıtma noktasında mevcuttur,Vatandaşlara bu sayede çeşitli istihdamlar sunarlar.Bu tür Ülkelerde Özel Sektör devletin sağladığı kredilerle ayakta durur.Her türlü malın fiyatı gerçek fiyatından çok dahah ucuzdur.
Yani Rantiye devletlerde toplumsal sözleşme Devletin Petrol Gelirlerini dağıtmasıve toplumun bu sayede siyasetten feragat etmesi anlamına gelir.Dolayısıyla bu tür devletlerde en gelişmiş sektör Hizmet Sektörüdür.
Rantiye Devletlerde Muhalefet ise Özellikle 1980  ve 1990 lardaki petrol fiyatlarının çok üyük bir düşüş yaşamasıyla oluşmuştur...Toplumla olan sözleşme sıkıntıya girdi,Devlet muhalefetin sesine kulak vermek zorunda kaldı.Buna bağlı olarak da petrol dağıtım politikalarında var olan Aşiret yapıları oldukça güçlendi.Örneğin Iraktaki Baas ve Libyadaki Kaddafi rejimleri başlangıçta bu tür Aşiret yapılanmalarına karşı olarak durdular fakat sonra bu Aşiretlerin toplum düzenini kontrol ettiğini gördüler ... 
Bu tür Ülkelerde belirli bir kayırma ve himaye sistemi mevcuttur.Devletin Harcama kapasitesinin petrole bağlı olarak artması Demokratikleşme vurgusunu da azaltır...Bu da baskıcı yönleri geliştirir ve güvenlik alanındaki harcamaları artırır...
Not-Ortadoğu ülkelerinin bütçelerinin %10 u silahlanmaya artırılmıştır,Dünya ortalaması ise bu oran % 4 ü geçmez.


Fundamentalizm Üzerine Bildiklerimiz, Öğrendiklerimiz

Genel Olarak Fundamentalizm
Dinin temellerine geri dönüşü,geleneksel bir din anlayışını yeniden canlandırmaya çalışan,bu yüzden modern ve liberal din yorumlarının,sekülerizmin,dünyaya uyumun ve entelektüel dindarlığın karşısında yer alan aşırı muhafazakar bir din anlayışını ifade eder. Amaçları: 1:Dini bir dünya görüşü için mücadele etme 2:Din tarafından oluşturulmuş olan mitler,gelenekler ve doktrinler için mücadele etme. 3:Dini kabul etmeyen kişilere karşı mücadele etme. 4:Tanrı ve dinin nihai kaynağı olduğu düşünülen diğer aşkın referansları ışığında mücadele etme Oysa fundamentalizm sadece dini alanla sınırlı değildir.Örneğin siyasal alanda neo-conlar,iktisadi alanda ise neo-liberaller in etkisi altındadır. Fundamentalizm dini eylem ve aktivitenin bir sorunu olmaktan çok ,sosyolojik analizlerin bir konusu olarak ün kazanmıştır. Fundamentalizm bir başka deyişle:Moderniteye veya herhangi bir sosyo-politik rahatsızlığa karşı gerçekleşen bireysel ve toplumsal protestoların dini bir kimlik kazandırılmış halidir. Kullandıkları dil aracılığı ile kendileri dışındakileri gerçek dindar olarak görmezler.Fundamentalizmin en belirgin özelliği:Modern kültür ile ilişkisinde açığa çıkar,dolayısıyla fundamentalizm modern kültürün olduğu yerde var olur.!!! Dini fundamentalizm bugün irtica ve gerici kavramlarıyla paralel kullanılmaktadır bu kavramlar liberal ve seküler değerlerin gelişmesi ile ortaya çıkmıştır. Webberinde söylediği gibi:’’Sekülerleşme,Dinin günlük hayatta etksini kaybetmesi,yerini bilim ve aklın almasıdır. Fundamentalizmde din ve siyaset arasındaki ayrım reddedilir. Fundamentalizm muhafazakarlığa göre daha uçtur,muhafazakarlar daha mütevazi daha dengelidirler,muhafazakarlar mevcut olanı korumaya yönelikdirler,fundamentalistler ise daha devrimci.Muhafazakarlar eliti korurlar,hiyerarşiyi savunurlar,köktendincilier ise daha eşitlikçidirler.Toplumda birleştirici unsur olarak dini yerleştirir ve bireylere bir aitlik duygusu kazandırmayı amaçlar. Öyle ki kişi toplumdan ayrı tutulduğu zaman bir eksiklik hissetmelidir. Dini kişisel bir mesele haline getirmek toplumsal yozlaşmayı beraberinde getirir. Bireylerin toplumun yararını gözetmeden hareket etmeye başlamasına neden olur ve bu da hırs, suç ve ahlaksızlığa yol açar. Yeni bir dünya için mevcut yapılar, dinî ilkeler üzerine inşa edilen; hukuk, siyaset, toplum, kültür ve ekonomiyi barındıran kapsamlı bir sistem ile yer değiştirmelidir.
DİNİ FUNDAMENTALİSTLER
Ana Temalar:

1. Din ve Siyaset: Fundamentalizmin temel konusu, din ve siyaset ayrımının reddedilmesidir. Dinin siyasi yapıya hakim olması söz konusudur. Aslında humeyni’nin kendi ifadesiyle “siyaset dindir”. Dinin siyasi hayat üzerindeki etkisi, liberal kültür ve fikirlerin yayılmasıyla sürekli daha da sınırlandırılmıştır; sanayileşmiş Batı ise bu süreçte elbette başı çekmiştir. Liberal kültürün ana özelliklerinden biri kamusal – özel ayrımıdır. Bu ayrım siyasi otoriteye bağlı kamusal alan ile insanların istedikleri gibi davranabilecekleri özel alan arasındaki ayrımı belirler. Liberal bakış açısına göre bu ayrım bireysel özgürlüğün garantisidir.  Dini fundamentalizmde ise kamusal – özel ayrımının reddedildiği görülür. Din sadece kişisel ve manevi bir konu değildir; öyle olursa kamusal hayatta yozlaşma, yolsuzluk, hırs, suç ve ahlaksızlık yaygınlaşır. Buna çözüm basittir: Mevcut yapılar dini ilkeler üzerine inşa edilen hukuk, siyaset, toplum, kültür ve ekonomiyi kapsayan bir sistem ile yer değiştirmelidir.

2. Fundamentalist Dürtü: Fundamentalizm en geniş anlamıyla “kurucu” olarak görülen değerlere bağlılığı anlatır. Sistemin klasik şekline bağlıdırlar. Yani göreceliliğin tersidir. Görecelilik objektif ve mutlak standartların olduğunu reddeder. Örneğin liberalizm mantık, hoşgörü ve şüphe ile göreceliliğe daha yakındır. Ancak fundamentalist bunun karşısında yer alır.
           
Dini fundamentalizm söz konusu olduğunda genellikle kitabi doğruluklar ve kutsal metinlerin içeriği söz konusu olmuştur. Bunun dışında önemli bir diğer hedefleri ise “kitaba göre yaşamak” şeklinde hareket eden aşırı Ortodoksların aksine metinleri “eylemci” bir biçimde okurlar. Böylece metindeki derinliği bir ilahi – siyasi projeye indirgemişlerdir. İslam’da bu “dinamik yorum” olarak ifade edilir.

3.Modernizm Karşıtlığı: Dini fundamentalistlerin en belirgin özelliği modern dünyaya sırtını keskin bir biçimde dönmeleridir. Modernleşme, düşüş ve bozulmayla eşit görülür. Yeniden yapılanmanın eskinin “altın çağının” geleneklerine ve maneviyatına dönüş ile mümkün olacağını ileri sürerler.
           
Fundamentalizm, muhafazakârlık ile karıştırılmamalıdır. Muhafazakarlık mütevazi ve dikkatlidir, fundamentalizm keskin ve tutkuludur; muhafazakarlık elitliği koruma ve hiyerarşiyi savunma eğilimindedir, fundamentalizm ise popülist ve eşitleyici yönelimleri içinde barındırır; muhafazakarlık devamlılık ve geleneği tercih eder, fundamentalizm ise radikal bazen de açıkça devrimcidir.

4. Militanlık: Dini fundamentalistler devlet merkezli bir siyasi görüşü benimserken farklı bir siyasi eylem tarzını izlemişlerdir: enerjik, militan, bazen de şiddet içeren bir siyasi eylem tarzı. Fundamentalistler kendilerini militan olarak görmekten memnuniyet duyarlar. Çünkü militanlık lişinin coşkunluk ve tutkusunu ifade eder.

            Militanlığın sonuçlarından biri, yasadışı siyasi eyleme girmeye hazır olma durumudur. Tanrı’nın yasası insan yasasından önce gelir. Buna rağmen ikincisini de göz ardı etmezler, örneğin Yeni Hıristiyan Sağı yasa ve düzeni açıkça destekler. Ancak en çelişkili konu fundamentalist şiddet kullanımıdır. Fundamentalist tepki genelde barışçıl ve yasaldır ancak terörizm ve şiddetle bağlantısı olmadığını ileri sürmek bazen imkânsızdır. ÖR: 11 Eylül 
İslami Fundamentalizm: İslam dünyada ikinci büyük din ve en hızlı büyüyen dindir. 1,3 milyar Müslüman 70’den fazla ülkede yaşamaktadır. İslamın gücü coğrafi olarak Asya ve Afrika’da yoğunlaşmıştır. Kesinlikle sadece bir “din” değildir. Daha çok birey ve milletler için ahlaki, siyasi ve ekonomik davranış kuralları ile bir yaşam biçimidir. Sünni kesim Müslümanların çoğunluğunu oluşturur; Şii kesim ise %10’undan biraz fazladır ve çoğunlukla İran ve Irak’tadır.
İslami Fundamentalistler dinin siyaset üzerine hükmetmesine çalışırlar. Uygulamada bu “İslami bir devlet” kurmak demektir. Bu devlet Kuran’da ifade edilen ilkelere dayalı şeriatı uygulayan bir yapıda olmalıdır. Şeriat bir dizi yasal davranışı ortaya koyar, kadın ve erkeklerin davranış kuralları ve suçlar için ceza sistemini kapsar.
            20.yüzyılda İslami fundamentalizmin yeniden canlanması 1928’ de Müslüman kardeşlerin kurulması ile başlamıştır. İhvan, Hasan el Benna tarafından bozuk bir İslami inancı değiştirmek ve inananları siyasi partisi olmak amacıyla kurulmuştu. İhvan hem kapitalist hem de sosyalist sistemlere alternatif sunan İslami bir hükümet kurmayı amaçlamıştır. Zamanla Ürdün, sudan, Suriye’ye de yayılmıştır.
            Ancak fundamentalizm Arap siyasetinin uçlarında kalmaya devam etti; Arap liderler ya batı yanlısıydı ya da nasır’ın yükselmesiyle bir Arap sosyalizm türünü destekledi. Ancak 1967’ de mısır’ın yenilmesi Arap sosyalizmi fikirlerini gözden düşürmeye başladı ve fundamentalist hareketin büyümesine olanak sağladı.
            Bu sürecin odak noktası İran olmuştur. Burada kitlesel bir devrim Humeyni’yi iktidara getirmiştir ve İslam cumhuriyeti ilan edilmiştir. İran örneği dünyanın birçok yerindeki fundamentalist gruplara ilham kaynağı olmuştur. 1981’ de ihvanı müslimin mısır başkanı Sedat’a suikast yaptı; Pakistan ve sudan gibi çeşitli İslami ülkelerde şeriat kanunları uygulanmaya başlandı.
 1990’ lardan itibaren ortaya yeni cihat grupları çıktı. Bunlardan en önemlisi Usame Binladen tarafından yönetilen el kaidedir. Bu gruplar için İslam’a bağlılık kutsal bir savaş olarak algılanır, özellikle ABD ve İsrail’e karşı sürdürülür ve ana hedef Suudi Arabistan’ın yabancı etkisinden kurtarılmasıdır.
Şii Fundamentalizmi: Şii mezhebi geleneksel açıdan Sünni meshepden daha siyasi eğilimli olmuştur. Bu, özellikle fakir ve dışlananlara cazip gelmiştir. Onlara göre ilahi bilgeliğin yeniden ortaya çıkmasıyla toplumun arınması, adaletsizliğin ortadan kalkması ve baskıdan kurtulma yaşanacaktır.
 1979’ da şah’ın ülkeden kaçmasına neden olan halk gösterilerinin ardından İran’da İslam cumhuriyetinin ilan edilmesi Şii fundamentalizmi için önemli bir dönüm noktasıdır. Bütün yasalar İslami ilkelere göre düzenlenmiştir. Örneğin Müslüman olan ve olmayan bütün kadınlar için başörtüsü zorunlu hale geldi çok eşlilikle ilgili kısıtlamalar kaldırıldı, doğum kontrolü yasaklandı, zina kırbaçlama ve idam etmeyle cezalandırıldı. Kısacası hem İran siyaseti hem de toplumu İslamlaştırıldı. 
Hıristiyan Fundamentalizmi: Hıristiyanlık 2 milyar mensubu ile dünyanın en büyük dinidir. Filistin’deki köklerinden roma imparatorluğu aracılığıyla bütün Avrupa’ya yayılmış, daha sonra Amerika ve diğer yerlere taşınmıştır. Bütün Hıristiyanlar incilin otoritesini kabul etseler de üç temel ayrım ortaya çıkmıştır: Katolik, Ortodoks ve Protestan

Hristiyan Fundamentalizmi; Reform hareketlerinden biri Hıristiyanlığın siyasi önemi oldukça azalmıştır. Hıristiyanlık liberal yapının gelişmesiyle birlikte toplumun ahlaki ve siyasi yapılanmasından ziyade bireyin manevi kurtuluşuna yoğunlaşmıştır. Bu da 20. yy’ın sonlarından beri Hıristiyan fundamentalizmini şekillendirmeye katkıda bulunmuştur. Fundamentalistler çoğulcu ve anayasal bir çerçeve içinde çalışmaktan mutluluk duymuşlardır. Teokrasi oluşturmaktan çok bireysel konulara eğilmeyi veya ahlaki savaş vermeyle ilgilenmeyi yeğlemişlerdir

FAŞİZM

FAŞİZM


Ana Temalar:

1)        Anti Rasyonalizm: anti rasyonalizm faşizmi pek çok yönden etkilemiştir. Faşizm soyut düşünceyi küçümseyip hareketten hoşlanan anti entelektüel yönünü anti rasyonalizmden alır. ÖR: “konuşma, hareket et, hareketsizlik ölümdür” Musolini’nin en sevdiği slogandır. Entelektüel hayat değersiz ve alay konusudur; soğuk, kuru ve cansızdır. Faşizm ruhu, duyguları ve içgüdüleri ön plana çıkarır.

Faşistler her zaman neyin karşısında durduklarını destekledikleri düşünceden daha açık biçimde ortaya koymuşlardır. Bu bakımdan faşizm bir anti felesefedir: anti liberal, anti muhafazakâr, anti burjuva, anti komünist… vb.

2)        Mücadele: faşizmin ortaya çıkışında sosyal darvinizmin önemli etkisi vardır. Faşistlere göre en güçlü ve hızlı olan hayatta kalır; bunun sağlanmasını garantileyen tek yol mücadele ve rekabettir. Hitler 1944’ te üst düzey yöneticilerine “zafer güçlünün, ölüm zayıfındır” demiştir.

Son olarak faşizmin hayatı “sonu olmayan bir mücadele” olarak görmesi ona, yayılmacı ve hareketli bir yapı kazandırmıştır.

3)        Liderlik ve Elitizim: faşizm mutlak liderlik ve elit yönetiminin doğal ve istenen bir sistem olduğu düşüncesi üzerine kuruludur. Tüm insanlar farklı yetenek ve özelliklerle doğarlar. Bunların içinden çok azı liderlik yeteneğine sahiptir ve bu yeteneğe sahip olanlardan biri diğerinin önüne sadece mücadele ile geçe bilir. Faşizme göre toplum üç tip insandan oluşur. Birincisi yüce, her şeyi gören, rakipsiz, otoriteyi elinde bulunduran liderdir. İkincisi geleneksel elite ters olarak kahramanlığı, vizyonu, fedakârlığı ile öne çıkan savaşçı elittir. Üçüncüsü ise zayıf, tembel, aptal ve sorgusuz itaate mahkûm olan kitlelerdir. Faşist devletin temel ilkesi bütün otoritenin liderin şahsında toplanmasıdır. Seçim, parlamento, parti gibi ara kurumlar liderin isteğine karşı çıkılmaması için zayıflatılmış ya da tamamen ortadan kaldırılmıştır.

4)        Sosyalizm: faşizm ve sosyalizm arasında açık rekabete rağmen faşistlerin bazı sosyalist düşüncelere eğilimi vardır. Sosyalizm gibi faşizmde kapitalizmin burjuva değerlerine ters düşen bir anlayışı benimser. Faşizmde toplum bireyden daha önemlidir. Kapitalizm ise tam tersine şahsi çıkarların elde edilmesini hedefleyerek milli birliği tehdit eder. Ayrıca faşist rejimler kapitalizmi kontrol etmek için sosyalizm benzeri ekonomik politikalar uygulamıştır.

5)        Aşırı milliyetçilik: faşizm yayılmacı ve şovenist bir milliyetçilik geleneğinin uç bir versiyonunu benimsemiştir. Bu gelenek milletleri eşit ve bağımsız varlıklar olarak değil hâkimiyet için mücadele eden doğal düşmanlar olarak görür. Faşist milliyetçilik farklı kültür ve milli değerlere saygı göstermez; bir milletin diğerlerine olan üstünlüğünü savunur.


Faşizm ve Devlet:

İtalyan faşizmi otoriterdir, elitist, anti rasyonel, aşırı milliyetçi, yayılmacı ve militaristti. Ama sistem olarak totaliter olan Nazi Almanya’sı daha ırkçı ve diğerlerini yok etmek isteyen bir yapıdaydı (otoriter: siyaseti tek elde toplar, totaliter: buna ek olarak hayatın her alanını elde tutar. ÖR: Suriye otoriterdir, siyasi tekellik var, halk yaşamına devam ediyor; kuzey kore ise totaliterdir. Tek tip insan oluşturmayı hedefler).


      İtalyan faşizmi bir nevi devlete tapıcılıktır. Naziler ise devleti hedefe ulaşmak için bir araç olarak görürler. Hitler yaratıcı gücün alman ırkından geldiğini belirterek devleti sıradan bir araç olarak görür.  

SONUÇ OLARAK ;
Toplumsal yaşamın tüm alanlarını kapsayan bağlayıcı bir ideoloji biçimidir.Otoriter olmalıdır.İnsanlar arası ve milletler arası eşitlik yoktur.Herkes her şeyi bilemez,Yönetim özel olarak seçilmiş seçkin kişilerin elindedir. Faşizm aslında orta sınıfın ideolojisidir.Faşist düşünürler komünizmden olduğu kadar,büyük sermayeden de hoşlanmazlar. Toplumdaki yaygın kanıların aksine Gerçek Faşizm Kapitalizme karşı çıkar,Liberalizme’’ahlak dışı bir ideoloji’’diye bakar.İnsanların eşit yaratılmadığı gerçeğini benimserler,''bazıları yönetmek bazıları ise yönetilme için vardır'' diye düşünür..Üstün ırkların aşağı ırkları yönetmeleri onların yararınadır.Parlamenter demokrasi ‘’sorumsuzluk ve güçsüzlüktür’’. Tek şef,tek parti,tek devlet anlayışı benimsenir.Eğitim sistemi devlete saygı temelinde kurulmuştur.Ekonomik sistemde korporasyonlar bulunur bunlar sınıflar arası çatışmanın yok olması ve ulusal birliğin öne çıkartılmasını amaçlar. Popülizm ön plandadır,kapitalizm reddedilir.Komünizm düşman ideolojidir.Toplumsal yapı erkek egemen yani ataerkildir.